• "olaya bir de şu açıdan bakmaya ne dersiniz";

    şehirciliğimiz 1970'lerde geniş kitlelerin meydanlara çıkmasının yarattığı coşkuyu örselemek için son yirmi beş yıldır "meydansız" gelişim modelleri ve peyzajlar üzerinden ilerliyor.

    bu yüzden birazcık meydan hüviyetine kavuşabilme potansiyeli taşıyan mekânlar parklaştırılıp, şehir merkezlerindeki büyük alanlar ise özenle havuzlar, yan yollar, trafiğe açma, ağaçlandırma ile özenle bölünüyor, yekpare olmaması için gayret darf ediliyor.

    işte insanlarının siyasallaşmasından ödü gibi korkan, her türlü siyasallaşmayı ya dinci ya da bölücü bir kisveyle alaşağı eden demokratikleşememiş cumhuriyetimiz bu mitinglerde biraz da kendi silahıyla vuruldu.

    tandoğan'da kaç kişi vardı ? peki çağlayan'da ?

    alanlardan canlı yayın yapanlar bir türlü tüm kalabalığı kadraja oturtamadı. hiçbir fotoğraf alanın tümünü kareleyemedi.

    insanların "nümayiş"te bulunmaması için meydanlarını paramparça eden cumhuriyetimiz kendisinin meydanlara ihtiyacı olduğunda o meydanı bulamadı.

    bu yüzden tuncau özkan çağlayan'da kürsüye çıkarken en son "7 milyon" olmuştu kalabalık; polise göreyse 280 bin. gooogle earth işe koyuldu, metrekare başına 3 kişi'den hesaplamalar yapıldı.

    demokratikleşebilirsek meydanlarımız da olacak. böylece taksim meydanı dediğimiz ucube şey, gezi parkı, sular idaresi, kasımpaşaspor otoparkı, otobüs durakları, heykel çevresindeki koskocaman yuvarlak yeşil alan gibi saçma bölünmelere maruz kalmadan sahici bir meydan olacak.
  • yarattigi olumlu havayla birkac haftada bütün süreci tersine cevirmis halk hareketleridir.

    birkac hatfa önce kamuoyu kimin cumhurbaskani olacagini daha doğrusu akp'nin kimi sececegini bekliyordu, cankaya'ya cikacak mi cikmayacak mi tartismasi vardi.

    ahmet necdet sezer'in görev süresinin sonlarina geldigi icin bir gazetemiz* deve kesmeyi planliyordu.

    hurriyet gazetesi bile, en iyisi abdullah gül seklinde haberler yayinliyordu,

    ya simdi, iki büyük miting, bir uyarı, sonra anayasa mahkemesi bir anda kara bulutları dağıttı türkiye'deki,

    surecin ne kadar olumlu olduğunu görmek icin zaman, yeni safak, vakit gibi gazeteleri incelemek yeterli,

    ne yazacaklarini bilemiyorlar galiba, o kadar cok darbe yediler ki bu kısa zaman icinde, simdi hedefleri deniz baykal, dsp ile ittifak görüsmelerinin lafi bile ne kadar etkili oldu görülüyor.

    (bkz: #10787495)
  • anayasa mahkemesinin kararının bu mitinglerin olumlu bir neticesi olarak görülmesiyle insanı düşüncelere sürükleyen halk hareketleri. öte yandan halkın istediklerini ifade etmesi geleneği başlatması açısından umut vermemiş değildir.

    (bkz: anayasayı bir kere delmekle bir şey olmaz)
  • "insanların yaşam tarzlarını tehdit altında gördükleri zaman sokağa dökülmesi, demokrasinin en önemli sigortasıdır. ama tehdit gerçek değilse, korku olgulara dayanmıyorsa, takıntı halini almışsa, bir insan hayali korkularla hayatı hem kendine hem de etrafındakilere zehir ediyorsa bunun adına başka bir şey denir.

    bu hastalıklı bir durumdur. böylelerini korkacak bir şey olmadığına ikna etmeye çalışmak neredeyse imkansızdır. ben yüzbinlerce insanın böyle hastalıklı bir ruh hali içinde olduğuna inanmak istemiyorum. o yüzden de, tandoğan ve çağlayan mitinglerindeki ruh halini "korku"dan ziyade, başka şeylerle açıklama gereği hissediyorum." diye bitirmiştim dünkü yazımı.

    bugün o başka şeyleri biraz açmaya çalışayım. miting meydanlarında atılan sloganlara dikkatlice baktığınızda göreceksiniz o başka şeyleri... "imam" aşağılamalarından geçilmeyen o sloganlarda sadece siyasi bir talep değil, esas olarak küçümseme var; horlama var; tepeden bakma ve "ayakların baş olması" karşısında duyulan öfke var...

    "yaşam tarzlarını korumak için" meydanlara koşan kadınlarımız, tayyip erdoğan'dan, emine erdoğan'dan, abdullah gül'den ya da hayrünnisa gül'den bahsederken pis bir şeyden bahseder gibi dudaklarını büzüp yüzlerini buruşturuyorlar, fark etmediniz mi? başörtülü bir kadını çankaya köşkünde "firs lady" olarak görmeye dayanamayan, böyle bir tablo karşısında tüyleri diken diken olan, böyle bir tablo görmektense ordu dipçiği altında yaşamaya razı olan bu kesim, aslında keskin bir sınıf tutumu alıyor. cumhuriyetin başından bu yana sahip olduğu "yöneten sınıf" olma imtiyazını kaybetmeye dayanamıyor.

    evet, bu bir korku... ama kendi yaşam tarzını koruyamama korkusundan ziyade, toplumsal iktidarı kaybetme korkusu... 1998'deki bir yazımda şöyle yazmışım: "çocukluğumdan beri okuldaki bütün hademeler, devlet dairelerindeki müstahdemler, devlet hastanelerindeki hastabakıcılar hem devlet memuru hem de başörtülüdür ama bunun mesele yapıldığını hiç hatırlamıyorum. peki şimdi neden mesele oluyor? çünkü devletimiz onların okullarda hademe olmakla yetinmeyip bir de öğretmen olmaya kalkmalarını hazmedemiyor bir türlü. hastabakıcı oldukları sürece sorun yok. ama karşısında doktor olarak görmeye dayanamıyor. mahkeme kapısında mübaşir olabilirler. yeter ki, cübbe giyip yargıç olarak karşımıza dikilmesinler! köşedeki bakkal, pazarda köy yumurtası satan amca, kapımızdan geçen seyyar satıcı olmakla yetinmeyip holdingler, bankalar kurmalarını, gazete-dergi-tv patronu olmalarını kabullenemiyor. başörtülü ya da çember sakallının, devlet kapısındaki boynu bükük vatandaş olmaktan çıkıp devlete sızmaya (!) kalkışmasını hafsalası almıyor. büyüyen-gelişen türkiye'nin yeni resmidir bu ürkülen resim.

    türkiye büyür ve zenginleşirken, köydeki uzak akrabalarımız, köşedeki bakkalımız, kasabadaki manifaturacı hacı amca da çalıştı, sermaye biriktirdi, çocuğunu üniversiteye gönderdi. toplumsal konumunu alt katmanlardan üst katmanlara doğru yükseltti. ekonomik hayatta, kamu hayatında "görünür" hale geldi.

    işte "irtica geliyor" diye feryat edilen şey, bu görünürlüktür, toplumsal konumlanıştaki bu yükseliştir." gördüğünüz gibi, 1998'den bu yana pek bir şey değişmemiş. üstelik, dindar kesimlerin toplumsal konumlanışındaki bu yükselişi hazmedemeyen sadece devlet değil; toplumun bir kesimi de aynen devlet gibi hissediyor bu konuda. hele hele söz konusu yükseliş çankaya'ya kadar varınca, "artık çizmeyi aştılar" diye isyan edip meydanlara koşuyor.

    gülay göktürk
    bugün gazetesi
    http://www.bugun.com.tr/…ler/090507/p47720y138.html
  • boyoz, kumru, imbat...

    (bkz: yilmaz ozdil)

    http://www.sabah.com.tr/ozdil.html
  • toplumumuzun bilinçsizliğinin farkında olan insanlar tarafından çok şey beklenmemesi gereken mitinglerdir. zira ortada bir siyasi kaygı var ama bu siyasi kaygının odaklanacağı bir kurum yok. insanlar pavlovun köpekleri misali herhangi bir siyasi kurumdan o derece kaçmaktalar ki böylesine büyük bir organizasyonda bir partinin bile adının geçmemesi bu organizasyonu güçlendiren bir olgu olmuştur. böyle birşey bilinçli bir ülkede olabilir mi önce onu sormak lazımdır. öte yandan son 20 yıldır meydanlara çıkan insanları "yaygaracılar, bölücüler, gericiler" gibi kavramların dışında algılayamayan bir toplumun meydanlara attığı ilk düzgün adımdır. sonrası ne olur bilinmez ama mitinglerini darbeden beri halkına mal edemeyen bir toplumun halk tarafından yapılmış ilk mitingidir. yalnız bunun sonu da hiçbir siyasi adım gibi toz pembe değildir ve her an bu azbuçuk bilinç de başımıza dertler açabilir. temennim bu "azbuçuk bilinç"in doğru yerlere kanalize edilmesidir.
  • halkin kaderine el koydugunu gosterdigi mitingler.
  • (bkz: a la mode)
  • milyona yakın insanın toplanmasıyla otobüs, minibüs, tren, taksi, vapur vs ile ulaşım sektörüne ve ulaşım sektörü altında benzin, lpg vs ile enerji sektörüne, miting alanında bayrak kullanımıyla tekstil, dokuma ve bayrakların ihtiyacı olan boya ile boya sökterüne, bayrak sopası açısından ahşap sektörüne, pankartlar ile tabela ve yine boya sektörüne, tüketilen sıvılarla su ve alkolsüz içecek sektörüne, kullanılan umumi tuvaletler, ihya edilen sokak satıcılarıyla genel hizmet sektörüne ve bu sektörlere bağlı alt sektörlere ciddi anlamda katkı sağlayan oluşumlardır. yalnızca bu açıdan bile desteklenmeleri şarttır. ülkenin gelişmesi için gereken ivme gerçekten bu mitingler aracılığıyla kazanılabilir. ülkeye her açıdan destek veren organizasyonlardır*

    hatta:
    crear dos, tres, muchos vietnam, es la consigna
  • ulusal uyanışa işaret ettiğini düşündüğüm mitinglerdir. ayrıca dosta düşmana medeniyet dersi de verildi o mitinglerde. nasıl mı? anlatayım...

    o mitinglerde milyonlar bir araya geldi. her yaştan, her meslek grubundan, her cinsten, her bölgeden, her eğitim seviyesinden milyonlarca farklı insan vardı. ve gene eminim ki bu insanların arasında farklı dinlere mensup olanlar, hiçbir dine inanmayanlar, farklı siyasi görüşleri savunanlar, etnik kökeni farklı olanlar, hepsi evet hepsi vardı.

    ancak bu kadar farklılığa rağmen bir tek olumsuz olay yaşanmadı, bir tek kavga çıkmadı... kim bilir belki de bu milyonlar arasında bir gün önce devlet dairesinde iş takip ederken sırada kavga etmiş, galatasaray fenerbahçe maçı sonrası birbirine girmiş, trafikte küfürleşmiş insanlar da vardı. ama tüm bu farklılıklara ve kişisel özelliklere rağmen tek bir olay yaşanmadı.

    herkes son derece saygılıydı ve gülümsüyordu.

    şimdi bunların üstüne fiziksel yorgunlukları da koyun... sonuçta orada insanlar saatlerce dikildi, yeri geldi susuz kaldı, yeri geldi tuvalete gitmek içi kıvrandı, birileri ayağına bastı... ama gene de herkes gülüyordu...

    bunlar önemli mi?

    kesinlikle önemli. normal şartlar altında sıraya girme zaafı olan, trafikte terör estiren, aman bana mı kaldı ülkeyi kurtarmak sorusu her an kafasının bir köşesinde olan türk insanı nasıl oldu da milyonlar olup aktı o mitinglerde? nasıl oldu da o kadar insan "nasıl olsa milyonlarca insan gitti, ben gitmesem, bir kişi eksik olsa bir şey olmaz" diye düşünmedi? ya da nasıl oldu da haftada bir gün tatili olan onca insan pazar gününü feda edip ve hatta pazartesi günü hasta hasta işe gitmeyi göze alarak yollara düştü? evinden çıkmayan, yolda yardımsız yürüyemeyen onca yaşlı insanı o miting alanlarında saatlerce ayakta tutan güç neydi? hayatında daha önce hiçbir mitinge gitmemiş, tek slogan atmamış ve hatta mitinglere gidenleri sevmeyen insanları oraya toplayan neydi? hatta yıllarca süren sömürülmelere, soygunlara, vurgunlara ses etmeyen, ekonomik krizler içinde yaşamaya alışmış, buna da şükür demeyi hayat felsefesi haline getirmiş bunca insanı o meydanlara döken neydi? ki gazetelerde yazdığına göre türkiye şaha kalkmıştı, her alanda atılımlar yapıyordu, ekonomide hiç bu kadar güçlü olmamıştı, tek başına iktidar sayesinde ab'ye çok yaklaşılmıştı... yani her şey yolundaydı, çok güzeldi!

    evet tüm bunlara rağmen milyonlarca insanı sokağa döktüren, türk bayrağı sallatan ve o mitingleri şenlik havasında geçiren, yüzlerde kocaman gülümseme bırakan, yürekleri gururla dolduran neydi?

    tekrar soruyorum neydi?

    başka bir deyişle ve tekrar; tuttukları takımdan inançlarına, ekonomik durumlarından cinsiyetlerine, yaşlarından etnik kökenlerine, oy attıkları partiden yaşadıkları yere kadar birçok noktada farklı olan bunca insanı –ki bu farklılıkların zaman zaman insanlar arasında çatışmalara, kutuplaşmalara sebep olduğu unutulmamalıdır- bir araya getirip tek yürek yapan neydi? tepki duyulan neydi?

    bunun tek bir cevabı var. bir araya gelenlerin belki de tek ortak noktası ben türküm demekten çekinmeyen, türk olmakla gurur duyan, türk bayraklarını içtenlikle sallayan, türkiye’yi kendi ülkesi kabul eden, bu cumhuriyeti ve onun kuruluş ilkelerini benimseyen, bir ulus olmanın, bir millet olmanın gücünü ve gururunu hisseden insanlar olması idi. ve o insanlar dahil olmakla gurur duydukları o değerlerin gazete ve televizyonlarda çizilen pembe tablonun aksine tehlikede olduğunu görmüştü.

    şimdi birileri çıkıp ne alakası var canım diyecektir. peki neydi o zaman? toplumsal paranoya mı? histeri mi? yoksa meydanlarda bedava bir şeyler mi dağıtıldı? türk insanı öyle bedava, beleş bir şey olmasa kılını kıpırdatmaz değil mi? kim bilir belki de asker emir verdi herkese. gerçi ulusal duruşa terörizm diyen, faşitlik olarak adlandıran ağalar beyler daha iyi bilir… ama bir soru daha sorayım. içimde kalacak yoksa. bunca insanı tekrar bir araya getirebilecek başka güç, görüş veya duruş var mı peki? neyse…

    sonra o meydanlara dökülen milyonlar bir şey daha fark etti. hani farklılık deyip durduk ya… o farklılık denilen şeylerin bizi ayıran, ayırması gereken, karşı karşıya koyan şeyler değil de bir millet, bir ulus çatısı altında kültürel ve toplumsal zenginliğimizi gösteren işaretler olduğuydu. ve o kalabalıklar gene gösterdi ki yüce bir amaç için bir araya geldiklerinde tüm dünyaya medeniyet dersi verecek kadar da büyük bir ulustur türk milleti. şimdi de medeniyet dersini biraz açayım.

    türk insanının kabalığı, beceriksizliği, kural tanımazlığı, toplumsal yaşamdan bihaber oluşu, vahşiliği, demokrasiden nasibini almayışı gerek yüce "aydınlarımız", gerek onların takipçisi gençlerimiz ve gerekse de avrupalı ve amerikalı "dostlarımızca" hep dile getirilen "gerçeklerdir". ama bu mitingler sonrası gördük ki bu kadar kaba, hoyrat ve beceriksiz türk insanı bir araya geldi, tepkisini son derece medeni bir şekilde ortaya koydu, espri anlayışını konuşturdu, birbirine de son derece saygılı ve hoşgörülü bir şekilde davrandı. neden acaba?

    tabii şimdi bu yaşananlar birilerinin hoşuna gitmedi. ulusal uyanış bunları rahatsız etti. emperyalist güçler ve emperyalistlerin önlerine koyduğu tastan yalanarak beslenen aydın, gazeteci veya hoca unvanlı kırmalar, bunca yıldır farklıkları ve ayrılıkları hep göz önüne çıkarak bölünme hayali kuran hainler, oluşan istikrarsızlık ile kendi cebini dolduranlar, cumhuriyet rejimini değiştirmek için çalışan geri kafalı ümmetçiler hiç beğenmedi bu yaşananları. bu mitinglerde ortaya çıkan ortak duyguya kulp takma yarışına girdiler. tüm farklılıklara rağmen o mitinglerde ulusal bir çatı altında bir araya gelen milyonları görmeyerek, görmezden gelerek ulusalcılık ile faşizmi yan yana anmaya başladılar. işte bunlar bu kadar hain, bu kadar dönek ve bu kadar şeref yoksunu… ama sonunuz geldi… korkmakta haklısınız!

    ayırca;
    (bkz: ulusculuk/#10897357)
hesabın var mı? giriş yap